Yoda Da Olsa...


Yaz sıcaklarıydı, İstanbul'un nemli havasıydı, yağmurdu, dengesiz havalardan hasta olmaktı... Hep bu yazın ürünü olup sıkıcı ve daraltıcı bir İstanbul yazında hazır boştayken dedim, fırsat varken atlıyım Tantooin'e gideyim. Hem Qui Gon Jin'in mezarını ziyaret ederim, hem şimdi orda sonbahardır, havalar serindir rahat ederim. Masterların da hayır dualarını alır Eylül'e doğru gelirim.

Tabi Edirne'den burnunu dışarı uzattığında pasaport sorulan güzel ülkemden Tantooin'e uzuuuun yolculuk için pasaport sorulmayacak değil. Malum pasaport için sağlık raporuydu, muayneydi derken... Doktor kıllık yaptı. Yok efendim midichlorian'larım steteskopla anlaşılmamış da, yok güç bende azmış da. Kan testi verdi. Manyak karı, midikloryan diyoruz, force diyoruz! Steteskopla anlaşılır mı hiç? Salak... Çelimsiz gördü ya, uyuzluk yapıyor işte. Ben o diplomayı alasıya kadar neler çektim, böyle şirretlikler benim hakkımdır diyen uyuz doktor modeli.

Sabah erkenden uyandım, gittim sıraya girdim. Malum çok sayıda yaşlıyla, arada birkaç genç var. Baktım Master Yoda da sırada. Gittim elini öpeyim diye eğildim. Tabi adamda boy Amerikan sistemine göre 15 inch, Türkiye'de de aşağı yukarı 40 santim yaptığı için, belimi incittim. O kadar eğilmeye sıkıysa bel yamulmasın. O günden beri de belim ağrıyor zaten. Neyse, Yoda usta "Selamın Aleyküm" dedi. Şaşırdım tabi, beklemiyordum. "Güç seninle olsun usta" diye ustaya vurgularken en "usta bize ordan 2 acılı çek" ses tonumu kullanmayı ihmal etmedim. Ustadan tarihi yanıt geldi, "selam Allah'ın selamı yavşak! Adam ol stirtme belanı!"... neye uğradığımı şaşırmıştım. Afallamıştım. Hatta yer yer oha bile olmaktaydım. Gözlerimi 500bin dolar almış Şehrazat gibi devire devire bakarak, "e usta" dedim, "senin Türkçe süpermiş". Evet adam bana saydırırken anlamıştım Türkçesinin ne kadar düzgün olduğunu. Adeta İstanbul türkçesiyle küfür ediyordu. (tamam küfür bir dili yeni öğrenenlerin ilk öğrendiği şeydir ama, katiyen bu kadar düzgün söyleyemez) Aslını astarını sormak için mevzuyu açayım dedim. "Filmlerden gördüğümüz kadarıyla senin İngilizceydi, ne bileyim, konuşma şeklindi falan, bozuktu biraz". Usta durakladı, derin bir nefes aldı, anlamıştım ki bunu güce bağlayacak, tek bir cümleyle bütün inanç sistemimi değiştirecekti. "Anlıyorum ama konuşamıyorum padawan!" dedi usulca. Kalakaldım birkez daha. Evet bana PADAWAN demişti. Oysa ben Jedi sınavlarına bile girmemiştim. Demek ki bende güç görmüştü.

Yoda'yı bulmuşum, bırakır mıyım hiç? "Sahi ustam" dedim, "ne işin var Dünya'da? Biz burdan kurtulmaya çalışıyoruz, sense gelmiş buralarda sıra bekliyorsun!" Bir kez daha en derin nefesini alarak cevap verdi, "emeklilik!"... Bu muydu lan Master Yoda diye peşinden koştuğumuz ufak ama karizmatik yeşil adam! Bu adam bildiğin Ziraat önünde maaş kuyruğu bekleyen adamdı. Bu mu lan en Sith'tir boktan şövalyelere kılıç kuşanan? Hani bendim yedi renk? Hani tende can idik? Torunları dünyadaymış, aslında ondan gelmiş. Muhabbetimizin ileriki safhalarında torunları ve ne olacak bu dünyanın hali üzerine konuştuk biraz. Onun sırası gelince kanını aldırdı ve gitti.

Tabi sırası gelen gider düsturu hayatın her yanında olduğu kadar burada da karşıma çıkmıştı. Kanımı verdikten sonra ben de evimin yolunu tuttum. Akşam üstü gelip tahlil sonuçlarını alınca kanımda az miktarda midikloryan bulunması sonucu vizeydi pasaporttu hepsi yalan oldu. Bana yine İstanbul'un sıcak havasında işkenceler kalmıştı.

Master Yoda'yı ilk ve son görüşüm bu olmuştu ama unutamayacağım dersler çıkarmıştım. Master da olsa, Yoda da olsa, insan insandır!


art

Infilak

Üsküdar Ümraniye otobüsünde, Temmuz ayında çekilmiş bir halüsinasyon görüntüsü.


Kışın, "soğuk oldu yak şu kaloriferi kapıcı" diye bağırarak kendi çapında iklim değiştirme gücü ve kudretine sahip olan Türk insanı bu alışkanlığını yazın da devam ettirme çabasında. Yağan yağmurlar sonucu yaz gelmedi diye isyanlarda olan yurdum halkı, istediği sıcağa kavuşunca da ne yazık ki mutlu ve mesut olamama gibi bir durum içerisinde.

Sadece ebedi saadeti yakalayamasalar neyse, karakterleri tamamen değişiyor çoğunun. Eminim bir çoğu günlük hayatlarında o kadar sinirli olmuyordurlar. Sıcaktan etkilenen insan çeşitlerine göz atalım isterim.

-Yaz Dilberleri: Bunlar kışın kabuğuna çekilip, giyebildikleri en kalın giysileri giyip, mümkün olan en az dikkati ve bakışı üzerlerine çekip hayatlarını sessiz sakin ve kıyıda köşede yaşarlar. Fakat yaz gelince açan nar çiçekleri gibi onlar da açılıp saçılır, her türlü dekoltenin kralını, çatalın hasını (tamircilere en derin sevgi ve saygılarımı sunmakla birlikte, tamirci çatalının mevsiminin kış olması sebebiyle dönüşümlü olarak yaz dilberi çatalına olan en derin saygılarımla kapıyorum bu parantezi de) vermekten ve akıllarımızı Sezen Aksu'nun da dediği gibi tende en kuytu yerlerde bırakarak yaz dilberlerini saygıyla selamlıyoruz. Bu yaz dilberleri Taksim'de adım başı görülebilirler mesela. Hatta benim denk geldiğim en dikkat cezbedici yaz dilberi iç çamaşırı giymemişti. Hem zaten ne gerek var ki iç çamaşırına değil mi? O zaman hep beraber büyük bir coşkuyla bağıralım: Kahrolsun iç çamaşır faşizmi!

-Islak Köpekler: Bunların büyük çoğunluğu şişman insanlar olup (yoo yoo dostum dur sakin ol, şişmanlara köpek demiyorum) arada sırada benim gibi zayıf insanlardan da çıkabilmektedirler. Çok terlerler ve sıcaklarda köpek gibi kısık kısık nefes alırlar. Öyle bir terlerler ki hatta giydikleri t-şörtler (cuma pazarı ağızıyla tişört yazarım) ıslanırlar. Sırtlarında dünya haritası çıkar. Bir rivayete göre Brezilya ve Hindistan haritaları bu kişilerin sırtlarındaki terden esinlenilmiş.

-Makyaj Harikaları: Bunlar genelde dişi olup, (zaten erkekleri hiç çekilmiyor) kışın bir derece kaldıran koyu makyaj hadisesini yazın da uygulayan fantastik insanlardır. Ayrıca yaptıkları en büyük kalleşliklerden biri kokarca insanının tam tersi taktik uygulayıp bezdirme planlarında başarılı olmalarıdır. Öyle bir parfüm sürerler ki, geçtikleri yerlerdeki çiçekler solar, ateşler söner, insanlar ölür, turistler "call 911" diye çığlıklar atarlar. Doğal felakettirler. Bu insanların sıcaktan etkilenme hadiseleri de terden makyajlarının akmaları yoluyla olur ki, Türk sinemasında tecavüz sonrası akan makyajın bir level altıdır kendileri. Bu sıcakta koyu makyaj yapmayın. Zaten en güzel makyaj belli olmayandır!

-Kokarca İnsanı: Doğanın bağrından kopup gelen, soğan ile pastırmanın doğal ferahlığını girdikleri her ortamda kanıtlayan, en sağlam viks ve türevi ilaçlardan daha sağlam burun açabilen, sadece burnu değil beyni bile açabilen über-fantastik insan grubudur. Hayatlarında parfüm şişesi görmemiş bu güzel insanların Avrupadaki yansımaları çıplak geziyorlarmış diye arkadaş arasında dedikodu malzemeleri olsalar da, elimizdeki Anadolu numuneleri gayet edepli olup, öyle nudist aktivistlikler yapmazlar. Onlar sadece kokar, kokar ve kokarlar.

-Amok İnsanı: Bunlar tehlike sırasında 2. sırada olup yanına yaklaşılması tavsiye edilmeyen insanlardırlar. Her ne kadar nüfuslarının büyük çoğunluğu +60yaş olsa bile, 20li yaşlardan bile önemli temsilcileri vardır. Bunlar sebebinin ne olduğuna bakmadan çevresindeki herkese zarar verme eğilimde olup, genelde minibüs ve otobüs gibi uygun ortamlarda yetişir ve bir anda bağırmaya başlarlar. Önemli bir kesiminin neye sinirlendiği veya o an ne dediği anlaşılmayıp destek verilirlerse, dünya üzerinde en çabuk çoğalabilen canlı grubunu oluşturmaktadırlar.

-Berserkler: Görüp görebileceğiniz en vahşi canlı türü olup, 3.5 Şahin K şiddetine kadar dehşet ve vahşet içerebilirler. Bu şimdiye kadar ölçülebilmiş en yüksek değer olup geneli 1.5 ila 2 arası seyrederler. Amok insanlarıyla en büyük farkları, çevrelerine verdikleri tahripten hırsını alamayıp kendilerine de zarar vermeye başlamalarıdır. Duvarlardaki ortalama insan kafası büyüklüğündeki çökükler, direklerdeki ve trafik levhalarındaki yumruk ve 5 kardeş izleri, hep bu insanların vahşi doğadaki sınır belirleme yarışlarının sonucudur.


-İnfilak eden insanlar: Listedeki en zararsız, en temiz en iyi niyetli insanlar olup, başlarına ne gelirse bu huylarından gelmektedir. Sessiz sessiz, içten içten sinirlenip, dolup taşıp en sonunda dayanma noktalarına ulaşıp, dolmaya devam etmeleri sonucu en sonunda infilak edip ebediyete göç ederler.

Aşağıdaki anı infilak eden insanlara ithafen yazılmıştır.


O gün yine hava sıcaktı, minibüste gidiyordum. Yolumuz uzundu ve minibüs hınca hınç doluydu. Bağıranlar, ağlayan çocuklar... Ortamda tam bir kaos havası hakimdi. En sonunda bir amca dayanamadı ve infilak etti.

10 saniyelik mutlak sessizlikten sonra, herkes üstlerindeki kan ve kemikleri temizlemeye çalışırken, şoförden öldürücü cümle geldi;

-Boş yer var, boş yerleri dolduralım!

art1
art2


Strangers We've Become


Peşin not: Bu yazı bir trance incelemesi veya benzeri birşey değildir, sadede en kısa yoldan geleceğim söz.

Kendimi bildim bileli overrated diye tabir edilen popüler, şüffer, über, fantastik kitleler tarafından takip edilen insanların yaptığı işlere karşı bir duruşum var. Gerek isteyerek gerek istemeyerek... Arnej benim için 8 Wonders olduğu dönemlerde vardı sadece.

Eminim bu yazıyı okuyan insanların %98 i ne yazdığım konusunda bir fikir edinememişlerdir. Aslında maksadım başlığın niçin Strangers We've Become olduğuna dair bir giriş yapmaktı, sonra da o strangerlardan biraz bahsetmekti. Strangers We've Become bir şarkı ismi ve kafamdakilere uyuyor. Yoksa çok sevdiğimden değil, ama yine de bu yazının bundan sonrasını bu şarkıyı dinleyerek bile okuyabilirsiniz, çok da kötü değil şarkı.

Arkadaş kelimesinin, savaşta birbirlerinin arkasını kollayanlardan türediği zamanları çok geçmişte bıraktığımıza inansam da yine de çok içi boş bir kavram olduğuna inanmak istemiyorum ya. For egzampl halihazırda arkadaşım dediğim insanların 3 bilemedin 4 kişi olmasının sebebi bu inancım belki de.

İnternet hayatımıza girdi gireli, sürekli bir sosyalleşme, yeni insanlarla tanışma ve yeni arkadaşlıkların kurulduğu bir ortam oldu çıktı. Ve bunu başarması facebook'tan long time before'a denk gelmekte. Teeey chat furyasının patladığı yıllara... Ama maksadım internet üzerinde sosyalliğin evrimsel sürecini NTVvari bir şekilde ele almak değil.

Maksadım internet üzerinden edindiğim arkadaşlıkların Fight Club'da bahsettiği gibi tek kullanımlık arkadaşlık kıvamında olması. Tamam tek kullanımlık demek belki haksızlık olur ama... Bir süre sonra tüketilen arkadaşlıklar bunlar. Ve gariptir o bir süre tanımı aslında çok kısa.

Belli süreçler vardır bu arkadaşlıklarda, belli muhabbetler döner, belli şeylerden konuşulur falan. Sonra biter muhabbet. Sonra yeni arkadaşlıklar edinilir falan.Genelde msn üzerinden yaşanıp biten garip arkadaşlık ilişkilerinden bahsediyorum aslında.

Bir for egzampl daha, bir arkadaş vardı, ismi bende kalsın, bunla msn de 2 3 muhabbetimiz falan oldu, çok da kafa dengi bir kız gibi duruyordu. Sonra bir anda soğudu. Hiç muhabbet etmez olduk. Tahminlerim beni msn'inden sildiği yönünde hatta. Ha bunlar çok da sorun değil aslında ya.Dert ettiğimden değil. Çünkü bu ilk engellenmem ya da araya ilk kez mesafe girişi değil.


Benim derdim birinin hayatının parçası olamamak, birşeyler paylaşamamak falan değil ya aslında. Sadece merak; sorun bende mi, yoksa bu yaşananlar internet arkadaşlıklarının doğal süreci ve sonucu mu?

art

Porno Sitem Olmuş Haberim Yok

Bu bloga yazma hikayem yazmanın ihtiyaç haline geldiğini hissetmemle, yazmanın ihtiyaç haline gelmesi de uludağ sözlük ile başladı.Söyleyecek şeylerim var dedikçe formata uydurma çabası; düşünceleri, sağdan soldan kesilmiş şekillendirilmiş odundan hallice kılıyor. Öte yandan ne niyetlerle açtığınız başlığın altında kentrilyonlarca (mübalağa sevdiğim bir sanattır evet) yazı ile hisleriniz alakasız alakasız yerlere çıkmaya başlıyor.

Tamam evet bu blogu açarken zaten bir okuyucu kitlesi de beklemiyordum. Hatta kimsenin okumadığı düşüncesi duygularımı daha özgür ifade etmemi bile sağlıyor. Sonra açıp açıp kendim okuyorum. Eğleniyorum. Fakat zamanla yazıların çoğalmasıyla kaçınılmaz olarak -ki kaçtığım da söylenemez tabi ki- arama motorlarından birşeyler arayanlar siteye yönlendirilmeye başlıyorlar. Google'dan sayfama gelenlerin neler arayıp bu bloğa ulaştıklarını gördükçe ciddi anlamda tarif edilemez duygular yaşıyorum.

Mesela götüne koyabilirmiyim diye arattığınızda (miyim birleşik olunca ilk sayfada sondan üçüncü; ayrı olursa direkt ilk olarak benim sayfanın çıkması da gugıl'ın mıyımları miyimleri kuralına göre ayrı yazmamı ödüllendirdiğini gösteriyor, şu an ağlayasım var inan) çıkan sonuçlar gerçekten inanılmaz. En azından benim adıma bildiğin inanılamaz hatta. Bu yazıyı yazarken bir yandan da evde var olan malzemelerle mavi ekranlar hazırlıyorum en Derya Baykalvari usüllerle, eşe dosta vermeye. O kadar vahim duygular hissediyorum.

Alt üst her tarafımda erotik hikayelerin bulunduğu siteler var, mesela birine tıkladım, ekrana kocaman "Do you want to enlarge your penis?" diye bir yazı geldi, ağlaya ağlaya çarpılara bastım. Baktım çarpı kalmadı bilgisayarın power tuşuna bastım. Meğer kompleksim varmış aga. İşte böyle sinir bozucu, psikoloji üzerine çalışan çılgın siteler arasında ben tek başıma ayakta kalmaya çalışıyorum. Ve hayır I don't want to Penlarge My Enis!

Hayır o kadar çoklar ki, kendimi grup seks arasında mastürbasyon yapıyormuş kadar masum ve çaresiz hissettim yeminle diyorum. Kendimi o kadar bitap ve çaresiz hissediyorum şu an. Riskte ordularım dağıtılmış, attığım zarlar hep 1 1 gelmiş gibi hissediyorum.

Bu imajı bu saatten sonra düzeltemeyeceğimi tahmin ediyor ve bundan sonra bu siteyi de erotik hikayelerin bulunduğu süpersonik, ultra, mega, hiper bir blog haline getirme kararı aldım.(tabi ki ciddi değildim.)
 

Kopi-Rayt!

Kopirayt da denmekte gerçi kendisine ama kullanım ve kıllanım koşulları sanki daha bir türkçe, daha bir bizden, senden benden geldi kulağıma ya da parmağıma...Buralarda bir yazıyı beğendiysen eşle dostla paylaşmaktan çekinme. Yok eğer, o yazının tamamımın veya bir kısmının senin olduğunu düşünüyorsan, veya içindeki bir öğenin senin olduğuna inanıyorsan, arkadaşım de ne iş? Haberleş benimle... Hacı ne iş diye sor bana. Bir sor neden diye... Belki de istemeden yaptım?! Öyle işte, aklına takılanı sor bana. Yazının altına yorum yap veya mail at. Mutluluğun resmini bulursan bana da forwardla hatta. Sahi o forward mailleri de hiç sevmem be... Ama mutluluğun resmi bir başka be cankanım... Yolla bana, forwardla... Unutma ama hemi?

Firefox güzel gösteriyor...

Bu site en iyi firefoxta görüntülenir. Evet yandaki abla kadar iyi bir şekilde görüntülenmese de, sitenin genel olarak bazı ayarları, görüntü hedeleri falan filan firefox ile daha bir cillop olmakta. Renkliler daha renkli beyazlar daha beyaz gözükmekte. Firefox evinizin tilkisi... Kullanın kulandırtın. Bu vesileyle eğer siteyi ziyaret ediyorsa pek sevgili fox-kızı Alexandra Ansgar(ki kendisi resimdeki apla)’a ve Avşar kızı Hülya Avşar’a da sevgilerimi sunuyorum. Sahi neden Avşar kızı? Yani bi Sevtap Parman’a neden parman kızı denmiyor ki? Bak merak ettim şimdi.

Portakalı saydım...

O değil de benim portakalı soyup, başucuma koymam gerekiyordu, yanlış yaptım. neyse...

kişi taze düştü.