Blogger dan nefret ediyorum.
google amca sağolsun blogger ile hiç ilgilenmiyor. zaman zaman yazasım gelse de, yazmıyorum ben de blogger ın arayüzü sevmediğim için. ve ayrıca telefon için düzgün bir uygulaması olmadığı için. gurkangurgur.wordpress.com a taşınıyorum bu sefer de. Tumblr a taşınmışlığım da var ama.. Bu seferki başka. Daha ciddi bir taşınma. Lanet gelsin sana blogger hemi.
sizin taaa
baktım da şimdi, eski facebook konuşmalarını falan temizledim. ben iyi niyetli gerizekalının tekiymişim. eskiden muhabbet ettiğim tüm insanlara, amınıza koyayım diye mesaj gönderip kafalarına birer el ateş etmek istiyorum. bu beni kötü biri yapar mı ki ya? bence yapmaz. hakettiler yani bir kısmı.
aşk sana benzer
Kalabalık bir caddede yürüyordum. Hava biraz bulutlu olmasına rağmen, parlaklığıyla baş ağrıtıcı güneş ışıklarını, migrenli beynimden bir yaymışçasına okla vuruyordu.
Az ileride, pembe yanaklı, hafiften etli dudaklı, aradan beyaz beyaz çıkmış hafif tavşanımsı ön dişleriyle gülümseyen 160 boylarındaki sevimli kız dikkatimi çekti. Dizlerinin az üstündeki pembe eteğiyle, onun üstüne giydiği beyaz atletiyle tam bir melekti.
Gözgöze geldik, ben yürümeye devam ediyordum. Yürüdükçe mesafeler kısalıyor ve adeta, tüm yollar o isimsiz meleğe çıkıyordu. Yoldaki herkes kenarlara çekilmiş bizim buluşmamızı, konuşmamızı bekliyormuşçasına yavaş hareket ediyorlardı veya zaman hızlanmıştı. Tam emin değilim.
Güneş doğru konumdaydı; Mars, Venüs, Jüpiter... Her biri şahane bir konumda olmalıydı. İnsanlık tarihinden beri en doğru konumlarına ulaşmış bile olabilirlerdi o an. Tam o saniye.
Kız ile aramda yaklaşık olarak 3 metre bir mesafe vardı, ve ne ben de ne o isimsiz kız gözlerimizi artık birbirimizin gözlerinden başka bir yere çevirmeyi bile hayal edemiyorduk. Kilitlenmiş ve ne konuşacağımız önceden belirlenmişçesine, adeta o an perdelenen bir tiyatro oyunundaymışçasına kızın karşısında durdum.
Gülümsedim. O gülümsedi. Pamuk gibi bir his kaplamıştı içimi. Az ötemizden geçen otobüs bile bizi rahatsız etmemek için, parmaklarının ucuyla geçmişti yanımızdan. Tüm insanlar konuşmayı bırakmış, ayakkabılarını çıkarmış, yalın ayak dolaşmaya başlamışlardı. Seyyar satıcılar, artık bir şey satmayı umursamıyor, ses bile çıkarmıyorlardı. Demin yanımda havlayan köpek susmuştu. Ortam sessizdi. Çok sessiz. Hani başka zaman olsa ölüm sessizliği derdim ama... İçim böylesine hayat doluyken bu sessizliği ölümle bağdaştıramazdım.
Belki de ben duymuyordum. Dört duyum birleşmiş ve gözlerime, iyice görsünler diye kendilerini durdurmuşlardı. Bir yerlerde bir danışıklı dövüş vardı ama nerede bilemiyorum. Belki Jüpiter ile Mars arasında, belki bulutlarla Güneş arasında, belki çevredeki herkeste, belki de tamamen bedenimde...
Kız dudaklarını yavaş çekimde açtı, belli ki bir şey söyleyecekti. Utanmıştı. Korkmuştu. Dudaklarından fısıldamaya benzer bir sesle bir kaç kelime dökülüverdi.
"aşk sana benzer..."
-Hassiktir lan esas sana benzer! dedim. Elimin tersiyle ittim ve hızlıca yanından koşar adımlarla yürüyerek yetişmem gereken yere doğru ilerledim.
Az ileride, pembe yanaklı, hafiften etli dudaklı, aradan beyaz beyaz çıkmış hafif tavşanımsı ön dişleriyle gülümseyen 160 boylarındaki sevimli kız dikkatimi çekti. Dizlerinin az üstündeki pembe eteğiyle, onun üstüne giydiği beyaz atletiyle tam bir melekti.
Gözgöze geldik, ben yürümeye devam ediyordum. Yürüdükçe mesafeler kısalıyor ve adeta, tüm yollar o isimsiz meleğe çıkıyordu. Yoldaki herkes kenarlara çekilmiş bizim buluşmamızı, konuşmamızı bekliyormuşçasına yavaş hareket ediyorlardı veya zaman hızlanmıştı. Tam emin değilim.
Güneş doğru konumdaydı; Mars, Venüs, Jüpiter... Her biri şahane bir konumda olmalıydı. İnsanlık tarihinden beri en doğru konumlarına ulaşmış bile olabilirlerdi o an. Tam o saniye.
Kız ile aramda yaklaşık olarak 3 metre bir mesafe vardı, ve ne ben de ne o isimsiz kız gözlerimizi artık birbirimizin gözlerinden başka bir yere çevirmeyi bile hayal edemiyorduk. Kilitlenmiş ve ne konuşacağımız önceden belirlenmişçesine, adeta o an perdelenen bir tiyatro oyunundaymışçasına kızın karşısında durdum.
Gülümsedim. O gülümsedi. Pamuk gibi bir his kaplamıştı içimi. Az ötemizden geçen otobüs bile bizi rahatsız etmemek için, parmaklarının ucuyla geçmişti yanımızdan. Tüm insanlar konuşmayı bırakmış, ayakkabılarını çıkarmış, yalın ayak dolaşmaya başlamışlardı. Seyyar satıcılar, artık bir şey satmayı umursamıyor, ses bile çıkarmıyorlardı. Demin yanımda havlayan köpek susmuştu. Ortam sessizdi. Çok sessiz. Hani başka zaman olsa ölüm sessizliği derdim ama... İçim böylesine hayat doluyken bu sessizliği ölümle bağdaştıramazdım.
Belki de ben duymuyordum. Dört duyum birleşmiş ve gözlerime, iyice görsünler diye kendilerini durdurmuşlardı. Bir yerlerde bir danışıklı dövüş vardı ama nerede bilemiyorum. Belki Jüpiter ile Mars arasında, belki bulutlarla Güneş arasında, belki çevredeki herkeste, belki de tamamen bedenimde...
Kız dudaklarını yavaş çekimde açtı, belli ki bir şey söyleyecekti. Utanmıştı. Korkmuştu. Dudaklarından fısıldamaya benzer bir sesle bir kaç kelime dökülüverdi.
"aşk sana benzer..."
-Hassiktir lan esas sana benzer! dedim. Elimin tersiyle ittim ve hızlıca yanından koşar adımlarla yürüyerek yetişmem gereken yere doğru ilerledim.
rüya
bazen...
çok tatlı rüyalar görürsün. rüya olduğunu bilirsin. gerçeklik farklıdır. uyanmak istemezsin.
sonra uyanmak zorunda hissedersin.
uyanmak için hamle yaparsın.
gözlerini açarsın.
hala tam uyanık değilsindir.
işte tam o esnada, iki seçeneğin var.
ya mücadele edeceksin ve uyanacaksın.
ya da gözlerini kapayıp rüyaya kaldığın yerden devam edeceksin.
son 6 ayım uykuyla uyanıklık arasında, olmayacak rüyanın sıcacık hayalinin soğumasıyla geçti. kalbim kırıldı, kalp kırdım, canım acıdı, can acıttım. ne zaman uyanacağım bilemiyorum ama gözlerimi açık tutmaya çalışmak zormuş be.
sevmek istemek, sevmek, yanlış kişiyi sevmek, sevmemeye çalışmak.
ve üç lanet olasıca nokta.
çok tatlı rüyalar görürsün. rüya olduğunu bilirsin. gerçeklik farklıdır. uyanmak istemezsin.
sonra uyanmak zorunda hissedersin.
uyanmak için hamle yaparsın.
gözlerini açarsın.
hala tam uyanık değilsindir.
işte tam o esnada, iki seçeneğin var.
ya mücadele edeceksin ve uyanacaksın.
ya da gözlerini kapayıp rüyaya kaldığın yerden devam edeceksin.
son 6 ayım uykuyla uyanıklık arasında, olmayacak rüyanın sıcacık hayalinin soğumasıyla geçti. kalbim kırıldı, kalp kırdım, canım acıdı, can acıttım. ne zaman uyanacağım bilemiyorum ama gözlerimi açık tutmaya çalışmak zormuş be.
sevmek istemek, sevmek, yanlış kişiyi sevmek, sevmemeye çalışmak.
ve üç lanet olasıca nokta.
facebook da gömmeye başlamış galiba?
Mekanın cennet olsun reyiz. yolundayız. crowuz. ak gezenlerle gezenler bizden DEYİLDİR!
Posted by Gürkan Gürgür on 5 Temmuz 2015 Pazar
Ben Tyrion Lannister dan da bir ölüm bekliyorum hani.
Pıfff Game of Thrones'a da gıcığım gerçi. Bu kadar iyi dizi mi yapılır ya. Şimdi kim 1 yıl bekleyecek. Kaldi ki kim öle kim kala... Bir de Falling Skies taki yan rollere bakıyorum da. Tamam fena dizi değil de... Hiç çekmiyor be. Başladık diye izliyoruz. Biraz da LOST u andırıyor sanki. İşte hep bunlar post apokaliptik dünya.
Ha ne diyordum; özetle, facebook üzerinden de artık galiba, yüklenen fotoğraf vidyo falan diğer sitelere gömülebiliyormuş, ben yeni öğrendim.